
“Günlerce düşündükten sonra varabileceğin nokta bu muydu yani?” diye yüklenirler kendi kendilerine. Cehennemlerini özenle yaratıp sonra da oradan kurtulamadıklarında cezayı cehennemin“yapımcısına” kesmek nasıl bir öykünün özeti olabilir ki?
Zamanın içinde debelenen insanları izlemek karmaşaya ve endişeye götürmüştür beni hep. Bir şeylerle boğuşup dururlar sürekli. Yapar yapar bozarlar. Kaybolurlar çoğunlukla zamanın içinde. Bazen de zamanı kaybederler. Şaşırıp kalırlar bugün dünün dün de yarının ardına gizlendiğinde. Sonu gelmez bir arayış serüveni başlar. Serüven dedim ama onlara sorsanız bu arayış bir azap yoludur. Aslında haklı da olabilirler.
İşte böyle yaşamaya çalışanlardan biriydi Hakan. Sorardı kendine “Anlamlandırmak anlamaktan farklı mıydı?” diye. Emin değildi. Ancak anlamak için elinden geleni ardına koymadığı da bir gerçekti. Okuduğunu, gördüğünü, duyduğunu, dinlediğini, ötekileri; yaşadıklarını anlamak için karşı konulmaz bir arzusu vardı. Belki de varoluş biçimiydi bu. Başka bir ifadeyle buydu hayata dair öğrenebildiği. Olanı biteni, ötekini anlayabilirse berraklaşacaktı görüntü. Neyi görmeyi umuyorduysa artık…
İzledi ve değerlendirdi. Vardığı sonuçları gözden geçirdi, yine izledi ve yine değerlendirdi. Bir süre unuttuğu, eksik kalan bir şeyler olduğunu fark etmeye başladı. Neden sonra dönüp bakması, anlaması gerekenin kendisi olduğunu anlamaya başladı. Aslında hali hazırda yaptığı şeydi bu ancak yanlış olan odağı dışarıdayken kendine bakıyor oluşuydu.
Dışarıdaki odaklar bir bir eriyip yok olduğunda ve nihayetinde zeminsiz kaldığında yıkıldı. Çark dönmüyordu artık. Oyun bozulmuştu. Olamıyordu; var olamıyordu. Uzun süre peşinde koştuğu “Yaşam Kullanma Kılavuzu”nun var olmadığını idrak etmesi o noktadan sonra fazla uzun sürmedi. Acı, tanımadığı türdendi. Genelde çökkün ve hüzne meyilliydi, evet, ama bu acı çok fazlaydı. Ancak adını koyabilmişti; dehşet… Öte yandan bu dehşet ona çok koyuyordu. Neyin dehşeti diye boğuşurken ulaştığı ve kendine tekrar etmeyi başarabildiği tek cümle “Zeminsizsiniz, zemin sizsiniz” di.
………………
Karşılaşmak istemediği hayatla yüz yüzeydi yine o sabah uyandığında. Ruhu, azad olup bütünleşmeyi umud eden parçalarla doluydu. Birbirlerine ve zihninin kalın duvarlarına çarptıkça hızlanıyor, hızlandıkça şiddetleri ve yankıları artıyordu. Geriye büyük bir uğultu kalıyordu algılayabildiği. Ve çarpışmaların yarattığı derin acı. Bütünleşmesini istediği parçaların kendisiyken sesleri ve şiddetleri bütünleşiyordu. Uzaklaşıyordu nihayetinde. Bu kaçışların da bir anlamı vardı ya, uzaklaştığı anlamın ta kendisiydi belki de. Döngü kendini besliyordu.
Bütün bunlarla uğraşırken, bu kaos içinde ömrünü tükettiğini fark ettiğinde midesi bulanıyordu. Hep bir sonrakinin başlaması için bir şeylerin bitmesini bekleyerek o anın dışında kalıyordu. Ve o dehşet hissi. O büyük korku, kahreden korku. Zamanla, geçmişle ve gelecekle bu denli yüz göz olunca ölümün dehşetini benliğinin odağına yerleştirmiş olmuyor muydu? En sevdiği gün Cuma’ydı çünkü onu bekleyen Cumartesi ve Pazar vardı. En sevdiği mevsim ilkbahardı çünkü sonrasında yaz vardı. Yemekte en çok sevdiğini sona bırakırdı. Hep gelecek için çalışıyordu fakat nafile. En gelecekte onu bekleyen ölümdü.
Belki de ölmemek için yaşamamayı tercih ediyordu.
No comments:
Post a Comment